Ölümde bile kusursuzluğu aradı
Leyla Gencer'i kaybettik... Kötü haberin çok gecikmeyeceğini biliyordum ama acısına, Leyla Gencer'in yokluğuna kendimi hiç mi hiç hazırlanmamıştım!
Bir süre önce Milano İstanbul arası telefonla konuştuğumuzda, "Hayır şimdi gelme Milano'ya. Hastaneden çıkayım, biraz güçleneyim, öyle gelirsin" demişti...
Hastaneden çıktı. Milano'daki evindeydi. Telefonlara cevap vermek istemiyordu. Hastabakıcıyı zar zor kaldırdım. "Geliyorum" dedim. "Sizi çok özledim"... Minicik bir ses "Gelme... Beni böyle görmeni istemiyorum..." dedi. Bundan 6 gün önceydi... Ah...
Geçen yaz İstanbul'dayken "Artık bitsin istiyorum" demişti. Nasıl ki günün birinde sahne hayatına veda ettiyse, yaşama da veda etmek istiyordu. "İnişe, düşüşe geçmeden veda etmek. .." Son kucaklaşmamız, son sarılış olduğunu bilmiyordum... Ah...
O bir 'Tanrıçaydı'
"Gelme... Beni böyle görmeni istemiyorum..." Son konuşmamızdı. Ondan sonra haberlerini her gün ortak dostumuz, müzikolog Franca Cella'dan aldım... Kimseyi kabul etmiyordu. Kimse onu güçsüz ve hasta görsün istemiyordu. Doktorlar, "İyileşme var, sevinçliyiz" dediklerinde "Ben hiç sevinmedim!" diye tepki göstermişti...
Tıpkı yaşamdaki gibi, sahnelerdeki gibi, ölümü de kusursuz olsun İstemişti...
Benim için o bir "Tanrıça"ydı. Tam bir "Diva"ydı.... Hayır hayır bir "çocuk"tu... En çok en çok, "Kadındı"! Dişi bir kaplandı! Dişi bir kediydi! Çılgın Türklerdendi!.. Bunların hepsi onda bir büründü... Ah!
Kişiliğinde dört mevsimi ve duygular dünyasının tüm renklerini ve "Scalası"nı içinde taşırdı!
Gündüzler-geceler, hüzünler, öfkeler, isyanlar, sevinçler, gözyaşları ve kahkahalar arasında gidip geldiğimiz yıllardan sonra, "Tutkunun Romanı" kitabımdan sonra ilişkimiz anne-kız, abla-kardeş, iki dost ilişkisine dönüştü. Ona sevgim saygım, hayranlığım her geçen gün arttı. Ah...
Dünya müzik tarihine çoktan geçmiş, bir "ekol", bir okul olmuş, referans oluşturmuştu Leyla Gencer...
Kitaplara, müzik ansiklopedilerine "Donizetti Rönesansı", "Rossini Rönesansı" maddelerinin yanına onun adı yazıldı. "Bel Canto" geleneğinin "bülbül gibi şakımak" olmadığını dünya ondan öğrendi...
Sahneleri kendi ateşiyle tutuştuğu yıllarda ses teknikleri, dramatik oyunculuk, bilgi, kültür bi-ikimi, kişiliği ve çalışma azmiyle bütünledi...
Kaybolmaya yüz tutmuş, o olmasaydı çoktan unutulmuş olacak birçok opera eserini, geçmişin tozlu karanlığından o bulup çıkardı ve opera repertuarına kazandırdı...
Uzmanların, meraklıların elden ele dolaştırdığı, neredeyse tümünün kaçak ya da "korsan kayıt" olduğu CD ve plaklardan dolayı ve ünlendiği kraliçe rolleri nedeniyle "Korsanlar Kraliçesi" diye anıldı...
Dünyanın en geniş repertuarına sahip (75'in üzerinde eser) Dİva'lardan biriydi...
Müzik tutkusunu yaymak
Yeryüzünün bir ucundan ötekine dünyanın sayısız sahnesinde alkışlandı; kimi ülkeler, her seferinde geri çevireceği "vatandaşlık" teklifinde bulundu; kent anahtarları ona teslim edildi... Ülkeden ülkeye, başarıdan başarıya koşarken "İnsanın tek pasaportu olur" diyerek, İtalyan pasaportunu reddedip yalnızca Türk pasaportu taşıdı...
Yaşamının sonuna dek "Benim misyonum" dediği işini, görevini sürdürdü. Taa en baştan İnanmıştı ki ona bir misyon biçilmiştir: Müzik tutkusunu yaymak... Daha güzel bir dünya için, daha iyi insan yetiştirmek için, "cemiyete yararlı olmak için" müzik sevgisini yaymak... Birkaç ay öncesine dek seminerler, konferanslar ve La Scala Akademisi'nde öğretim üyeliği, yöneticilik. ..
Sevgili Okurlar, şu anda Karadeniz'de Ordu'dayım. Ve nesnel olmaya çalışıyorum ama faydasız... Ah'lar ondan... Ordu'da şaline dekorunu andıran denizin muhteşem maviliği ile dimdik yamaçların yeşili arasında asılı kalmış kartal yuvasını andıran bir otel odasmda haberi aldığımda onun soprano sesini duyuyordum sanki: "Sonunda ülkem beni hatırladı değil mi?" diyordu...
Hatırladı Leyla Hanım, hatırladı... Hepimiz size şükran borçluyuz...
Cumhuriyet- 11 Mayıs 2008
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder