Wolfgang Amadeus Mozart
(1756-1791)
Mozart müzik sanatında ulaşılmazlığın simgesidir. Şiirde Shakespeare'in olduğu gibi. onun sanat evreninde belirişi açıklanması olanaksız bir mucizedir."
J.W.Goethe
BİR DAHİNİN ÖYKÜSÜ
Tuluyhan Uğurlu akademide okumak için Viyana'ya gittiğinde henüz 16 yaşındaydı, ailesinden ilk kez ayrılmıştı ve Almanca bilmiyordu. Bu büyük kentte geçen yalnız günlerinde harika çocuk olarak aynı kaderi paylaştığı Wolfgang Amadeus Mozart ona hep yardımcı oldu. Defalarca onun yaşadığı evlerin, farklı mekanların kapısına gidip, düşlerinde onunla dertleşti...
Mozart üzerine bu yazıyı hazırlayan dostumuz Aysel İnceoğlu'na teşekkürlerimizle...
(1756-1791)
Mozart müzik sanatında ulaşılmazlığın simgesidir. Şiirde Shakespeare'in olduğu gibi. onun sanat evreninde belirişi açıklanması olanaksız bir mucizedir."
J.W.Goethe
BİR DAHİNİN ÖYKÜSÜ
Tuluyhan Uğurlu akademide okumak için Viyana'ya gittiğinde henüz 16 yaşındaydı, ailesinden ilk kez ayrılmıştı ve Almanca bilmiyordu. Bu büyük kentte geçen yalnız günlerinde harika çocuk olarak aynı kaderi paylaştığı Wolfgang Amadeus Mozart ona hep yardımcı oldu. Defalarca onun yaşadığı evlerin, farklı mekanların kapısına gidip, düşlerinde onunla dertleşti...
Mozart üzerine bu yazıyı hazırlayan dostumuz Aysel İnceoğlu'na teşekkürlerimizle...
"Melodi, öğrenilmez, hissedilir". Baba Mozart, "Gel, Mozart" dedi, "seninle biraz ıslık çalalım". Baba Leopald Mozart Salzburg Piskoposunun maaşlı müzikçisiydi. Anne Mozart ise şehrin en güzel kadınıydı. Küçük W.A. Mozart, inanılmayacak kadar piyanoçalıyordu. Komşular bu çocuğun kulaklarının büyülü olduğuna inanıyorlardı. Daha okumayı öğrenmeden ses tonlarını birbirinden ayırmasını öğrenmiş, kulağına gelen bir melodiyi piyanoda aynen çalarak herkesi şaşırtmıştı. W.A. Mozart'ın gözleri yüzüne göre çok büyüktü. Salzburg halkı Baba Leopold Mozart'a ikide bir : Oğlunun bu koca gözleri neler görüyor? diye sorarlardı, aldıkları cevap da : "Onlarda deha pırıltıları var. İnsana bakarken "ben şiir yazamam, resim yapamam, ama müzik besteleyebilirim"diyorlar. "Ben müzikçi olarak doğmuşum" olurdu.
Şu W.A. Mozart, pek garip bir çocuktu. Günde belki yüz kere annesiyle babasının boynuna sarılır, onu sevip sevmediklerini sorardı. Baba, şaka olsun diye sevmiyorum derse, o iri gözler hemen yaşarıverir, dudakları üzüntüyle titremeye başlardı. İnsan böyle bir çocukla nasıl başa çıkabilir? Onun kalbinin yaralarını neyle sarabilir? O kadar duygulu, bir çocuktu ki, davul gürültüsünden bile rahatsız olurdu.
Mozart, beş yaşındayken bir piyano konçertosu bestelemişti. Bu o kadar güçlü bir eserdi ki hiç bir piyanist çalamıyordu. Gerçekten üstün bir kabiliyet... Çocuğu alıp uzun bir Avrupa turnesine çıkarmalı, küçük kız kardeşini de beraber götürmeli, zira o da bir dahi çocuktur. Bu iki dahi çocuk sayesinde cepleriniz parayla dolup taşar. Müzikseverler bu iki küçük şeytana her halde bayılacaklar, onları hediye ve sevgi yağmuruna tutacaklardır..............Baba Leopold Mozart, bunları önceden düşünüp iki çocuğunu Münih'e götürdü. Avusturya Kraliçesi Maria Theresa'nın huzurunda konser vermelerini sağladı. Münih'den sonra Heidelberg'e gittiler. Küçük Mozart'ın parmakları orguntuşları üzerinde sanki gezinmiyor, uçuyordu. Dinleyiciler onu iyice dinleyebilmek için nefes almaktan bile çekiniyorlardı.
Baba Mozart çocuklarını Frankfurt'a götürüp ünlü şair Goethe ile tanıştırdı. Sonra da Fransa'ya gittiler. Madam Pompadour'un maiyetindeki asilzadeleri eğlendirmek için konserler verdiler. Londra'ya, Hollanda'ya gittiler. İmparatoriçeler, dahi çocukları kucaklayıp öpüyorlar, karallar onları ayakta alkışlıyorlardı. Mozart, dünyanın dokuzuncu harikasıydı. Büyük Sebastian Bach'ın oğlu da bir çok ünlü müzikçinin hayatının son yıllarında bile küçük Mozart kadar müzik bilgisine sahip olmadığını söylemişti. Mozart'ın ne de kocaman kafası vardı. Narin vucuduna göre fazlaca büyük sayılırdı. Mozart ailesinin dostları küçük oğlanın akıllılığını anlata anlata bitiremiyorlardı. Küçük Mozart, biraz büyüdükten sonra İtalya'ya giti. Burada müzik kabiliyetinigeliştirip,yeni eserler besteleyecekti. Ünlü bestecilerin vatanında Mozart sihirli melodileriyle herkesi coşturmasını bilmişti. Bestelediği operaların oynandığı tiyatrolar her gece müzikseverlerle dolup taşıyordu. Üstelik daha çocuk sayılacak yaştaydı. Opera bestelemek ona hiçte zor gelmiyordu. Sonra hafızası o kadar kuvvetliydi ki... St. Peter Katadralinde söylenmesiadet olan Miserere isimli kutsal eserin notalarını yazmak yasaklanmıştı. Fakat Mozart'ın kulağı öylesine kuvvetli idi ki, bu eseri bir dinleyişte notalarını ezbere yazıverdi. Pada da çocuğun bu başarısı üzerine ona şövalye ünvanını verdi. Bologna'daki Filarmoni Derneği de yirmi yaşından küçük olanları üye yapmamak için prensibinden vazgeçerek Mozart'ı derneğe üye yaptı.
Mozart, Kral Mitridates'in hayatını anlatan operasını bu sıralarda bestelemişti. Eser pek beğenildi. Dinleyiciler, küçük besteciye büyük tezahürat yaptı. Artık herkes onun olağanüstü kabiliyetinden söz ediyordu. Devrin tanınmış bestecileri ise dişlerini gıcırdatmaya başlamışlardı bile, bu bacak kadar çocuk bizi unutturacak, diye endişeleniyorlardı.
Bir kimsenin çok küçük yaşta başarıya ulaşması çoğu zaman kötü sonuçlara yol açar.. Büyüdükçe insanlar da artık ona bir harika çocuk muamelesi yapmaktan vazgeçer. Bir zamanlar küçük sanatçıyı çılgıncasına alkışlayanlar, karşılarında bir delikanlı görünce dudaklarını büküp ortadan kayboluverirler.
Mozart'ın da çenesinde sakallar çıkmaya başlamıştı. Çocukluk devresini geçirmiş, olgun bir delikanlı havasına girmişti. Artık insanların birbirlerine ne kadar az değer verdiklerini de öğrenmişti. Çocukluğunun o zafer, alkış, öpücük dolu günleri de çoktan sona ermişti. Salzburg Piskoposluğunda ayda yirmi beş Mark ücretle orkestra şefi olarak çalışıyordu. Çevresinden hiç de memnun değildi. Piskopos onu mevkiine göre fazla genç bulduğu için kıymet vermiyordu. Onun kabiliyetine de pek inanmıyordu. Mozart'ın konservatuvarda müzik öğrenimi yapmamış olması da piskoposun şüphelerini artırmaya yetiyordu. Mozart'a durmadan bir yere gidip ciddi bir müzik öğrenimi yapmasını tavsiye ediyordu. Buna pek üzülen Mozart da Salzburg'dan ayrılıp kendine başka bir iş aramayı kararlaştırdı. On beş yaşında opera besteleyip Avrupa hükümdarlarını büyüleyen ünlü Mozart'a elbetbir iş veren çıkardı. Babası, bu konuda Mozart'tan daha karamsardı. Oğluyla yaşlı gözlerle vedalaşırken : "Tanrı'dan başkasına güvenme, Wolfgang! dedi., insanlar hakkında bir takım acı gerçekler öğrenip üzülmeni istemem."
Gerçekten de Mozart daha başlangıçta büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Çocukken bol bol alkışlandığı Münih'e gitmişti. Burada baş vurduğu kapıların hepsinden geri çevrilmişti. Mozart, bir kaç yıl konservatuvarda okusa belki o zaman bir şeyler bulmak mümkün olabilecekti. Genç adam, Ausburg'a gitti. İtalya, Almanya, Fransa, İspanya ve İngiltere'deki genç meslektaşlarıylaboy ölçüşmeye can atıyordu. Onun müzik konusunda başaramayacağı hiç bir iş yoktu, hiç kimsenin de onun kadar güzel piyano çalabileceğine ihtimal vermiyordu. Besteleyeceği güzel eserlerle milyonların sevgisini kazanması pekala mümkündü. Hiç olmazsa, zengin ailelerin kabiliyetli çocuklarına müzik dersleri vererek geçimini sağlayabilirdi. Evet, ders verip zengin olacaktı. Ama gerçekte o bir öğretmen değil, besteciydi. Ders vermeyi herkes başarabilirdi ama herkesin eser bestelemesi de imkansızdı. Tanrının ona verdiği kabiliyetleri karanlıklara gömmeye hiç hakkı yoktu.
Günün birinde Mozart'ın hayallerinin gerçekleşmesi için bir ümit belirdi. Zengin bir Kont, genç besteciyi Münih'e davet etmişti. Mozart burada bir Alman operası besteleyecekti. Böylece bir ulusal tiyatronun doğması için ilk adım atılacaktı. Mozart, bu teklifi pek beğendi. Hemen zihninden bir hesap yaptı. Yılda dört opera besteleyecek, bir kaç yüz dolar kazanacaktı. Genç besteci, bir süre neşesini kaybetmedi. Fakat ne yazık ki Kont, bu projeyi gerçekleştirebilmek için baş vurduğu zengin dostlarının hepsinden red cevabı almış, proje de suya düşmüştü. Bunun üzerine Mozart müzik derslerine dönmek zorunda kaldı. Maddi sıkıntılarının yanı sıra Ausburg'daki hayatına bir türlü alışamamıştı. Bir iki aşk macerasıyla oyalandıktan sonra Mannheim'e hareket etti. Tatlı güney rüzgarlarının estiği bu şehirde Mozart kendine yeni arkadaşlar bulmakta gecikmedi. Koro şefinin kızı Rosa Cannbich ile depek iyi anlaşıyordu. Mozart bu genç kız için bir sürü eser besteledi. Bu arada Aloysia Weber ile tanışması genç adamın hayatının akışının değişmesine yol açtı. Artık Mozart, Aloysia'dan başkasını düşünemiyordu. Şan öğrenimi yapmakta olan genç kız bir süre sonra İtalya'ya gidip çalışmalarına orada devam edecekti. Mozart da Aloysia'nın peşinden İtalya'ya gitmeyeniyetleniyordu. Fakat baba Mozart oğlunun bu isteğine karşı koydu. Bir mahalle kızının peşinden İtalya'ya gidilir miydi hiç? Mozart her şeyden önce kendi geleceğini düşünmeliydi. Bu kızla evlenip fakir bir müzisyen olarak bir tavan arasında hayatının en güzel yıllarını tüketmesi doğru muydu? Hayır, değildi. Mozart evlenmeyip, Paris'e gidecek, orada müzik tahsiline devam edecekti. Tahsilini yaparken müzik dersleri vererek geçimini sağlayabilirdi. Annesini de Paris"e götürürse daha rahat yaşayabilirdi.
Birden bestecinin talihi dönmüştü. Doğu saraylarından birinde geçen operayı halk pek beğenmişti. Artık herkes bu güzel eserin dahi bestecisinden bahsediyordu. Fakat maalesef Mozart bu operasından da para yerine bol bol alkış kazandı. Tiyatro sahipleri bütün kazancı kendilerine ayırıyorlar, bestecilere pek birşey vermiyorlardı. O devirde bestecilerin haklarını aramaları için başvuracakları bir yer de yoktu. Dünya, yaratıcılara tapıyor, fakat onları beslemeye nedense yanaşmıyordu. İşte Mozart'ın da kaderi buydu.Yeni Alman operasının açlıktan nefesi kokan Apollo'suydu. Birinci operadan sonra Figaro'nun Düğünü isimli opera da büyük başarı kazandı. Sevil Berberi'nin hikayesi üzerine kurulan opera Prag'da pek beğenildi. Operanın melodileri birer dans parçası haline getirilmişti. Bütün şehir bu melodilerle dans ediyordu. Artık Figaro'dan başka bir şey de konuşulmaz olmuştu. Mozart da dans ediyordu ama zevk için değil... Bir sabah, onu evinde ziyaret eden bir arkadaşı genç bestecinin bir vals mırıldanarak kendikendine dansettiğini gördü. Mozart arkadaşının hayret dolu bakışlarına aldırmayarak gülümsedi : "Üşümemek için, ekonomik bir yol buldum" dedi. "hava çok soğuk, evde yakacak odun kömür de kalmadı. Ben de dans ederek ısınıyorum"
Viyanalı müzikçiler genç meslektaşlarını çok kıskandıkları için onun aleyhinde akıllarına geleni söylemeye başlamışlardı. Bazıları, Mozart'ın eserlerinde gerektiğinden fazla nota kullandığını dahi iddia ediyordu. Devrin hükümdarı da Mozart'ın rakiplerinin etkisi altında kalmıştı. Fakat genç besteci düşmanlarıyla uğraşmaya vakit bulamadığı gibi onlar kadar kurnaz da değildi. Üzüntüsünü uğradığı hayal kırıklığını eserlerinde belirtmeye bakıyordu. Bu üzüntülü devresinde en güzel operasını "Don Juan" ı besteledi. Bu eser bir bakıma "ölüm" operasıydı. Eserin ilk defa oynanacağı gece besteci yerini alırken orkestra, imparatorun gelişinde yaptığı gibi trampetlerle Mozart'ı karşıladı. Halk "Mozart çok yaşa!" diye avaz avaz bağırdı. Artık Mozart şöhretin en üst ucuna ulaşmıştı. Hatta imparator bile ona sarayda iş vermişti. Gerçi sarayın baş müzikçisi olmamıştı ama iyisi işsiz bırakılmamıştı ya... Mozart, kralın onu sırf vicdan azabından kurtulmak için bu işe yerleştirdiğini biliyor ve buna da çok üzülüyordu. Ama her şeye rağmen genç besteci boynunu büküp ona bahşedilen nimeti kabullenmek zorundaydı. O devirde bu davranışın haksızlık olduğunu düşünenler, Mozart'ın uğradığı hakarete üzülenler yok muydu? Vardı elbet ama bunların sayıları pek azdı. İşte mesela, Salzburg'da ihtiyar bir adam, gözlerinden yaşlar boşanarak Baba Mozart'ın yanına gitmiş ve titrek bir sesle : "Tanrı huzurunda yemin ederim ki" demişti. "oğlunuz bugüne kadar yaşamış bestecilerin en büyüğüdür" Fakat bu adamın sözlerinin bir önemi yoktu, zira o ne imparatordu, ne de zengin ve nüfuzlu bir asilzade. Sadece besteci Joseph Haydn'dı...
Mozart, hayatının belki de en üzüntülü devresini yaşıyordu. Sarayda ona maaşını alıp başka hiç bir şeye karışmamasını ihtar etmişlerdi. Genç adam, bu hayata kendini alıştırmaya çalışırken imparator öldü, Mozart'ın da işine son verdiler. Besteci gene sonatları ve izzeti nefsiyle başbaşa kalmıştı.Genç adam, maddi bakımdan çok kötü durumda olduğu halde bunu kimseninöğrenmesini istemiyordu. Ders ücretlerini indirse belki de bu yoldan geçimini sağlayabilirdi ama Mozart buna da yanaşmıyordu. Günlerini evinde yeni eserler besteleyerek geçiriyordu. Karısı Konstanze de hastalanmıştı. Mozart, saatlerce karısının başucunda oturup onu oyalamaya çalışıyor, yeni eserleri için hazırlık yapıyordu. Bir süre sonra karısı iyileşti ama çokzayıf düşmüştü.
Şu W.A. Mozart, pek garip bir çocuktu. Günde belki yüz kere annesiyle babasının boynuna sarılır, onu sevip sevmediklerini sorardı. Baba, şaka olsun diye sevmiyorum derse, o iri gözler hemen yaşarıverir, dudakları üzüntüyle titremeye başlardı. İnsan böyle bir çocukla nasıl başa çıkabilir? Onun kalbinin yaralarını neyle sarabilir? O kadar duygulu, bir çocuktu ki, davul gürültüsünden bile rahatsız olurdu.
Mozart, beş yaşındayken bir piyano konçertosu bestelemişti. Bu o kadar güçlü bir eserdi ki hiç bir piyanist çalamıyordu. Gerçekten üstün bir kabiliyet... Çocuğu alıp uzun bir Avrupa turnesine çıkarmalı, küçük kız kardeşini de beraber götürmeli, zira o da bir dahi çocuktur. Bu iki dahi çocuk sayesinde cepleriniz parayla dolup taşar. Müzikseverler bu iki küçük şeytana her halde bayılacaklar, onları hediye ve sevgi yağmuruna tutacaklardır..............Baba Leopold Mozart, bunları önceden düşünüp iki çocuğunu Münih'e götürdü. Avusturya Kraliçesi Maria Theresa'nın huzurunda konser vermelerini sağladı. Münih'den sonra Heidelberg'e gittiler. Küçük Mozart'ın parmakları orguntuşları üzerinde sanki gezinmiyor, uçuyordu. Dinleyiciler onu iyice dinleyebilmek için nefes almaktan bile çekiniyorlardı.
Baba Mozart çocuklarını Frankfurt'a götürüp ünlü şair Goethe ile tanıştırdı. Sonra da Fransa'ya gittiler. Madam Pompadour'un maiyetindeki asilzadeleri eğlendirmek için konserler verdiler. Londra'ya, Hollanda'ya gittiler. İmparatoriçeler, dahi çocukları kucaklayıp öpüyorlar, karallar onları ayakta alkışlıyorlardı. Mozart, dünyanın dokuzuncu harikasıydı. Büyük Sebastian Bach'ın oğlu da bir çok ünlü müzikçinin hayatının son yıllarında bile küçük Mozart kadar müzik bilgisine sahip olmadığını söylemişti. Mozart'ın ne de kocaman kafası vardı. Narin vucuduna göre fazlaca büyük sayılırdı. Mozart ailesinin dostları küçük oğlanın akıllılığını anlata anlata bitiremiyorlardı. Küçük Mozart, biraz büyüdükten sonra İtalya'ya giti. Burada müzik kabiliyetinigeliştirip,yeni eserler besteleyecekti. Ünlü bestecilerin vatanında Mozart sihirli melodileriyle herkesi coşturmasını bilmişti. Bestelediği operaların oynandığı tiyatrolar her gece müzikseverlerle dolup taşıyordu. Üstelik daha çocuk sayılacak yaştaydı. Opera bestelemek ona hiçte zor gelmiyordu. Sonra hafızası o kadar kuvvetliydi ki... St. Peter Katadralinde söylenmesiadet olan Miserere isimli kutsal eserin notalarını yazmak yasaklanmıştı. Fakat Mozart'ın kulağı öylesine kuvvetli idi ki, bu eseri bir dinleyişte notalarını ezbere yazıverdi. Pada da çocuğun bu başarısı üzerine ona şövalye ünvanını verdi. Bologna'daki Filarmoni Derneği de yirmi yaşından küçük olanları üye yapmamak için prensibinden vazgeçerek Mozart'ı derneğe üye yaptı.
Mozart, Kral Mitridates'in hayatını anlatan operasını bu sıralarda bestelemişti. Eser pek beğenildi. Dinleyiciler, küçük besteciye büyük tezahürat yaptı. Artık herkes onun olağanüstü kabiliyetinden söz ediyordu. Devrin tanınmış bestecileri ise dişlerini gıcırdatmaya başlamışlardı bile, bu bacak kadar çocuk bizi unutturacak, diye endişeleniyorlardı.
Bir kimsenin çok küçük yaşta başarıya ulaşması çoğu zaman kötü sonuçlara yol açar.. Büyüdükçe insanlar da artık ona bir harika çocuk muamelesi yapmaktan vazgeçer. Bir zamanlar küçük sanatçıyı çılgıncasına alkışlayanlar, karşılarında bir delikanlı görünce dudaklarını büküp ortadan kayboluverirler.
Mozart'ın da çenesinde sakallar çıkmaya başlamıştı. Çocukluk devresini geçirmiş, olgun bir delikanlı havasına girmişti. Artık insanların birbirlerine ne kadar az değer verdiklerini de öğrenmişti. Çocukluğunun o zafer, alkış, öpücük dolu günleri de çoktan sona ermişti. Salzburg Piskoposluğunda ayda yirmi beş Mark ücretle orkestra şefi olarak çalışıyordu. Çevresinden hiç de memnun değildi. Piskopos onu mevkiine göre fazla genç bulduğu için kıymet vermiyordu. Onun kabiliyetine de pek inanmıyordu. Mozart'ın konservatuvarda müzik öğrenimi yapmamış olması da piskoposun şüphelerini artırmaya yetiyordu. Mozart'a durmadan bir yere gidip ciddi bir müzik öğrenimi yapmasını tavsiye ediyordu. Buna pek üzülen Mozart da Salzburg'dan ayrılıp kendine başka bir iş aramayı kararlaştırdı. On beş yaşında opera besteleyip Avrupa hükümdarlarını büyüleyen ünlü Mozart'a elbetbir iş veren çıkardı. Babası, bu konuda Mozart'tan daha karamsardı. Oğluyla yaşlı gözlerle vedalaşırken : "Tanrı'dan başkasına güvenme, Wolfgang! dedi., insanlar hakkında bir takım acı gerçekler öğrenip üzülmeni istemem."
Gerçekten de Mozart daha başlangıçta büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Çocukken bol bol alkışlandığı Münih'e gitmişti. Burada baş vurduğu kapıların hepsinden geri çevrilmişti. Mozart, bir kaç yıl konservatuvarda okusa belki o zaman bir şeyler bulmak mümkün olabilecekti. Genç adam, Ausburg'a gitti. İtalya, Almanya, Fransa, İspanya ve İngiltere'deki genç meslektaşlarıylaboy ölçüşmeye can atıyordu. Onun müzik konusunda başaramayacağı hiç bir iş yoktu, hiç kimsenin de onun kadar güzel piyano çalabileceğine ihtimal vermiyordu. Besteleyeceği güzel eserlerle milyonların sevgisini kazanması pekala mümkündü. Hiç olmazsa, zengin ailelerin kabiliyetli çocuklarına müzik dersleri vererek geçimini sağlayabilirdi. Evet, ders verip zengin olacaktı. Ama gerçekte o bir öğretmen değil, besteciydi. Ders vermeyi herkes başarabilirdi ama herkesin eser bestelemesi de imkansızdı. Tanrının ona verdiği kabiliyetleri karanlıklara gömmeye hiç hakkı yoktu.
Günün birinde Mozart'ın hayallerinin gerçekleşmesi için bir ümit belirdi. Zengin bir Kont, genç besteciyi Münih'e davet etmişti. Mozart burada bir Alman operası besteleyecekti. Böylece bir ulusal tiyatronun doğması için ilk adım atılacaktı. Mozart, bu teklifi pek beğendi. Hemen zihninden bir hesap yaptı. Yılda dört opera besteleyecek, bir kaç yüz dolar kazanacaktı. Genç besteci, bir süre neşesini kaybetmedi. Fakat ne yazık ki Kont, bu projeyi gerçekleştirebilmek için baş vurduğu zengin dostlarının hepsinden red cevabı almış, proje de suya düşmüştü. Bunun üzerine Mozart müzik derslerine dönmek zorunda kaldı. Maddi sıkıntılarının yanı sıra Ausburg'daki hayatına bir türlü alışamamıştı. Bir iki aşk macerasıyla oyalandıktan sonra Mannheim'e hareket etti. Tatlı güney rüzgarlarının estiği bu şehirde Mozart kendine yeni arkadaşlar bulmakta gecikmedi. Koro şefinin kızı Rosa Cannbich ile depek iyi anlaşıyordu. Mozart bu genç kız için bir sürü eser besteledi. Bu arada Aloysia Weber ile tanışması genç adamın hayatının akışının değişmesine yol açtı. Artık Mozart, Aloysia'dan başkasını düşünemiyordu. Şan öğrenimi yapmakta olan genç kız bir süre sonra İtalya'ya gidip çalışmalarına orada devam edecekti. Mozart da Aloysia'nın peşinden İtalya'ya gitmeyeniyetleniyordu. Fakat baba Mozart oğlunun bu isteğine karşı koydu. Bir mahalle kızının peşinden İtalya'ya gidilir miydi hiç? Mozart her şeyden önce kendi geleceğini düşünmeliydi. Bu kızla evlenip fakir bir müzisyen olarak bir tavan arasında hayatının en güzel yıllarını tüketmesi doğru muydu? Hayır, değildi. Mozart evlenmeyip, Paris'e gidecek, orada müzik tahsiline devam edecekti. Tahsilini yaparken müzik dersleri vererek geçimini sağlayabilirdi. Annesini de Paris"e götürürse daha rahat yaşayabilirdi.
Birden bestecinin talihi dönmüştü. Doğu saraylarından birinde geçen operayı halk pek beğenmişti. Artık herkes bu güzel eserin dahi bestecisinden bahsediyordu. Fakat maalesef Mozart bu operasından da para yerine bol bol alkış kazandı. Tiyatro sahipleri bütün kazancı kendilerine ayırıyorlar, bestecilere pek birşey vermiyorlardı. O devirde bestecilerin haklarını aramaları için başvuracakları bir yer de yoktu. Dünya, yaratıcılara tapıyor, fakat onları beslemeye nedense yanaşmıyordu. İşte Mozart'ın da kaderi buydu.Yeni Alman operasının açlıktan nefesi kokan Apollo'suydu. Birinci operadan sonra Figaro'nun Düğünü isimli opera da büyük başarı kazandı. Sevil Berberi'nin hikayesi üzerine kurulan opera Prag'da pek beğenildi. Operanın melodileri birer dans parçası haline getirilmişti. Bütün şehir bu melodilerle dans ediyordu. Artık Figaro'dan başka bir şey de konuşulmaz olmuştu. Mozart da dans ediyordu ama zevk için değil... Bir sabah, onu evinde ziyaret eden bir arkadaşı genç bestecinin bir vals mırıldanarak kendikendine dansettiğini gördü. Mozart arkadaşının hayret dolu bakışlarına aldırmayarak gülümsedi : "Üşümemek için, ekonomik bir yol buldum" dedi. "hava çok soğuk, evde yakacak odun kömür de kalmadı. Ben de dans ederek ısınıyorum"
Viyanalı müzikçiler genç meslektaşlarını çok kıskandıkları için onun aleyhinde akıllarına geleni söylemeye başlamışlardı. Bazıları, Mozart'ın eserlerinde gerektiğinden fazla nota kullandığını dahi iddia ediyordu. Devrin hükümdarı da Mozart'ın rakiplerinin etkisi altında kalmıştı. Fakat genç besteci düşmanlarıyla uğraşmaya vakit bulamadığı gibi onlar kadar kurnaz da değildi. Üzüntüsünü uğradığı hayal kırıklığını eserlerinde belirtmeye bakıyordu. Bu üzüntülü devresinde en güzel operasını "Don Juan" ı besteledi. Bu eser bir bakıma "ölüm" operasıydı. Eserin ilk defa oynanacağı gece besteci yerini alırken orkestra, imparatorun gelişinde yaptığı gibi trampetlerle Mozart'ı karşıladı. Halk "Mozart çok yaşa!" diye avaz avaz bağırdı. Artık Mozart şöhretin en üst ucuna ulaşmıştı. Hatta imparator bile ona sarayda iş vermişti. Gerçi sarayın baş müzikçisi olmamıştı ama iyisi işsiz bırakılmamıştı ya... Mozart, kralın onu sırf vicdan azabından kurtulmak için bu işe yerleştirdiğini biliyor ve buna da çok üzülüyordu. Ama her şeye rağmen genç besteci boynunu büküp ona bahşedilen nimeti kabullenmek zorundaydı. O devirde bu davranışın haksızlık olduğunu düşünenler, Mozart'ın uğradığı hakarete üzülenler yok muydu? Vardı elbet ama bunların sayıları pek azdı. İşte mesela, Salzburg'da ihtiyar bir adam, gözlerinden yaşlar boşanarak Baba Mozart'ın yanına gitmiş ve titrek bir sesle : "Tanrı huzurunda yemin ederim ki" demişti. "oğlunuz bugüne kadar yaşamış bestecilerin en büyüğüdür" Fakat bu adamın sözlerinin bir önemi yoktu, zira o ne imparatordu, ne de zengin ve nüfuzlu bir asilzade. Sadece besteci Joseph Haydn'dı...
Mozart, hayatının belki de en üzüntülü devresini yaşıyordu. Sarayda ona maaşını alıp başka hiç bir şeye karışmamasını ihtar etmişlerdi. Genç adam, bu hayata kendini alıştırmaya çalışırken imparator öldü, Mozart'ın da işine son verdiler. Besteci gene sonatları ve izzeti nefsiyle başbaşa kalmıştı.Genç adam, maddi bakımdan çok kötü durumda olduğu halde bunu kimseninöğrenmesini istemiyordu. Ders ücretlerini indirse belki de bu yoldan geçimini sağlayabilirdi ama Mozart buna da yanaşmıyordu. Günlerini evinde yeni eserler besteleyerek geçiriyordu. Karısı Konstanze de hastalanmıştı. Mozart, saatlerce karısının başucunda oturup onu oyalamaya çalışıyor, yeni eserleri için hazırlık yapıyordu. Bir süre sonra karısı iyileşti ama çokzayıf düşmüştü.
Tuluyhan Uğurlu'nun sitesinden alıntıdır...
0 yorum:
Yorum Gönder